Perfume of Hell - İfade

Perfume of Hell - İfade

Perfume of Hell - İfade
Perfume of Hell - İfade

Karşımda oturan genç polis memuru iyi birine benziyordu. Dilimi, yani İspanyolca biliyordu. Gerçi köydeki komşum da iyi birine benzerdi ama beni kandırıp bu uçurumdan aşağı atmıştı. Şaşkın bir halde ona baktım. Neyse ki yaşlı kadın yanımda oturuyordu. Ona güveniyordum çünkü bana yardım etmişti. Ama bana neden yardım ettiğini anlamıyorum. Benim gibi pek çok kıza yardım ettiğini söylediler. Neden?

Belki de biraz çatlaktı. Polis memuru benimle konuşmaya başladı. Adımı, köyümü, çocuğum olup olmadığını sordu. Kolay sorular, kolay cevaplar. Sonra kendimi nasıl bu ülkede bulduğumu sordu. Beni buraya kim getirmişti, neden hiç yasal evrakım yoktu, ve Bayan K. ile nasıl tanışmıştım? Konuşmaksızın ona baktım. Hikâyenin tamamını, son altı aydır süren kâbusu mu anlatmamı istiyordu?

-“Bana bütün gerçeği anlatman lazım” dedi gülümseyerek.

Gerçek mi? Ama her şey o kadar karmaşıktı ki. Hem gerçeği anlatsam bana inanacak mıydı? Zaten gerçek neydi ki? Bir komşumun beni kandırdığı mı? Peki yalanlarına neden kandım? Hayatın sefaletinden kaçmayı o kadar istiyordum ki kim olsa peşinden giderdim. Keşke içine düşeceğim cehennem aklımın ucundan geçmiş olsaydı… Ama nasıl geçsin? Yaşlı kadın beni dürttü.

- “Hadi, konuş. Nicolas’a kendini nasıl burada bulduğunu anlat diye geldik. Konuş onunla, ona her şeyi anlat.”

- “Gece uzun süre yürüdüm. Yanımda başkaları da vardı. Bir de çocuk vardı. Dikenli teli kestiler. Uzun süre yol gittik. Beni bir eve götürdüler. Bitap düşmüştüm, uyudum. Uyandığımda orada bir kız daha olduğunu gördüm. Önceki ay İstanbul’da tanıştığım kızdı.

- “Sizi dikenli telden kim geçirdi?”

- “Bilmiyorum. Türkçe konuşuyorlardı.”

- “İstanbul’da ne kadar kaldınız?”

- “Dört ay.”

- “Nerede kaldınız?”

- “Bir otelde. Orada başka pek çok insan vardı. Hepsi benim ülkemdendi.”

- “Neyi bekliyordunuz?”

- “İspanya’ya gidebilelim diye Peru’dan gönderilecek sahte pasaportları.”

- “O kadar uzun süre İstanbul’da ne yaptınız?”

- “Hiçbir şey.”

- “Nasıl ‘hiçbir şey’? Otelin parasını kim ödedi?”

- “Biz ödedik.”

- “Hangi parayla? Çalıştınız mı?”

- “Hayır…”

Başka bir şey demedim. Bu genç adama bizi o otelde nelere zorladıklarını anlatmayacaktım. Yaşlı kadın ricacı gözlerle bana baktı.

- “Hadi Nelly, ona anlatmalısın.”

- “Hayır” diye bağırıp ağlamaya başladım.

- “Bir kadınla konuşmak ister misin?” diye sordu yaşlı kadın.

Nicolas bana bir bardak su getirdi. Yaşlı kadın ayağa kalkıp buyurgan bir sesle:

- “Kadın tercüman getirin. Sorguyu bir kadın yaparsa daha rahat konuşur” dedi.

- “Ama ben böyle çok hikâye duydum” diye açıkladı Nicolas.

- “Duymuş olabilirsin ama o seni ilk kez görüyor” dedi yaşlı kadın.

Ertesi gün aynı yere tekrar gittik. Kadın polis memuru ve tercüman vardı. Ben yaşlı kadının benimle odada kalmasını istedim ama izin vermediler.

- “Ben koridorda bekliyorum” dedi. “Ama lütfen konuş, her şeyi anlat. Cezalarını bulmaları sana bağlı.”

Konuştum. Hepimizi o otelde nasıl fuhşa zorladıklarını anlattım. Kabul etmezsek açlıktan ölecektik. Peki, ben neden böylesi katlanılmaz bir utanç ve çaresizlik hissediyorum? Orospu olmayı kabul etmeyen bir kızı öyle feci dövdüler ki kız hastanelik oldu. Ona ne oldu bilmiyorum. Korkmuştum. Bu yüzden utanıyorum. Ödlek olduğumu biliyorum.

- “İstanbul’dan sonra ne oldu?” diye sordu tercüman.

- “Beni uçakla Kıbrıs’a gönderdiler. Türkçe konuşan birisi beni karşıladı. Ondan sonra gece karanlığında yürüyüş, sonra dikenli tel… Bunların hepsini dün Nicolas’a anlattım.”

- “Ondan sonra?”

- “Ondan sonra.”

- “Ondan sonra?”

Bu “ondan sonra” soruları ne zaman bitecekti? Tekrar o cehennemdeydim, son birkaç ayın kâbuslarını yeniden yaşıyordum adeta.

- “Sonra sokakta tesadüfen benim dilimi konuşan bir genç kadına rastladım. İyi giyimli ve güzeldi. Beni bir kafeye götürdü ve yiyecek bir şey aldı. Hiçbir şey sormadı. Sadece:

- “Yardım istersen bizim gibi kızlara yardım eden birilerini tanıyorum” dedi.

- “Evet” dedim, “yardım istiyorum” ve ağlamaya başladım.

- “Ondan sonra?” diye yine sordu tercüman.

- “Ondan sonra bir yere telefon ettik. Yaşlı kadınla böyle tanıştım. Birkaç gün evinde kaldım.

- “Ona para verdin mi?” diye sordu tercüman.

- “Hiç de bile. Bana giysi, yemek, ayakkabı verdi” dedim.

“Sence sana neden yardım etti?”

“Bilmiyorum. Birkaç yaşlı kadın daha var, onun arkadaşları, onlar da yardım ediyor. Belki de biraz çatlaktırlar.”

 

Taşıdığım ağır yük annemle konuşursam belki hafifler diye düşündüm. Aynı akşam ona mektup yazmaya koyuldum:

Anneciğim, üç ay boyunca İstanbul’da bir otelde esir tutuldum. Ülkemden diğer kadınlarla beraber bedenlerimizi satmaya zorlandık. Ayrıntılarını bilmek istemezsin. İşkenceydi. Artık katlanamaz hale geldiğimde ve vizemin süresi dolduğunda beni bırakmaları için yalvardım.

Sonra elebaşları bana uçak bileti alıp beni kuzey Kıbrıs’a gönderdi. Birisi beni karşılayıp muhacerete götürdü. Türkçe konuştukları için ne dediklerini anlamıyordum. Aralarında bir anlaşmaya varır gibiydiler. Beni bir odaya götürdüğünde anladım… Ödeme bendim. İşlerini bitirdiklerinde beni orada, korkmuş ve bir başıma bıraktılar. Ertesi gün daha önce hiç görmediğim genç bir adam odaya geldi. “Ayağa kalk” dedi, “seni güney Kıbrıs’a geçireceğim.”

Beni şehrin dışına götürdü. Korkudan ve soğuktan titriyordum. Neden sonra bir grup adam ve kadınla tanıştım. Yürümeye başladık. Herhalde üç saat, belki daha da fazla yürümüşüzdür. “Acele edin” diye bağırdılar bize, “gün doğmadan sınırı geçmeliyiz.” Sınırda bizi üç araba bekliyordu. İki kızla birlikte arabalardan birine bindim. Bitkinlikten uyudum kaldım.

Sevgili anneciğim, bana inanmayabilirsin. Bazı hikâyeler inanması güçtür, bilirim. Ama yemin ederim ki doğru. Sana tüm ayrıntılarını anlatabilsem inanması daha da imkânsız olur. Uyandığımda gündüz vaktiydi. Güneş çoktan yükselmişti. Hemşerimiz olan bir kadın bizi koydukları evin sorumlusu gibi görünüyordu. Bize artık Kıbrıs’ta olduğumuzu ve yakınlarda patronun gelip İspanya’ya gitmemizi sağlayacak o meşhur pasaportları vereceğini söyledi. O zamana kadar da çalışmamız gerekiyordu.

Bugünlük yeter. Hatırlaması bile midemi bulandırıyor. Başka bir gün devam ederim.

Sevgili anneciğim,

Bu evde iki gün kaldık. Sonra bizi sokağa attılar. “Gidin iş bulun.” Çalışmak. Bizim de tek istediğimiz buydu zaten. Ama evrak yok, dil bilmeyiz, nasıl iş bulalım? Yolun kenarında oturup düşünmeye çalıştık. Carla ağlıyordu. 

Birden önümüzde bir kamyonet durdu. Bir adam indi ve bize bir şeyler sordu. Dediklerinden tek kelime anlamadık. Arabaya binmemizi işaret etti. Kimdi bu adam? Bizi nereye götürüyordu? Ne fark ederdi ki? Adam şeytanın kendisi bile olsa yaşadıklarımızdan kötü ne gelebilirdi başımıza?

Araba bir inşaatta durdu. İnmemizi işaret etti. İşçilere yardım etmemiz gerektiğini anladık. Kum torbası ve tuğla taşıdık. Çok mutluyduk! İşçiler öğle yemeği için paydos ettiğinde biz de bitkin halde yere çöktük. Bize yemek ve su verdiler. Günün sonunda kurtarıcımız bizi iki yatak olan bir daireye götürdü. Ne fark ederdi? Derhal yatıp uyuduk.

Kaç saat sonra bilmiyorum, geceydi, kapı açıldı. Adam bir arkadaşıyla gelmişti. Bizi uyandırdılar, beraber bir şeyler yemeyi teklif ettiler ve sonra… Karşı koymadık, bunca şeyden sonra ne manası vardı ki?


Sana tekrar yazıyorum. Şu soru içime dert oldu: Hemşerim bana nasıl böyle bir kötülük edebildi? Sırf para kazanmak için garibanları nasıl kandırabilir?

Canım annem,

Bugün Noel. Dün gece Bayan K. bizi evine davet etti. Hepimiz insan ticareti mağduru, farklı ülkelerden altı kızdık. Kızların hepsinin hikâyesi neredeyse aynıydı. Sadece kâbusun derinliği farklıdır. Bayan K. birkaç arkadaşını da davet etmişti. Güzel yemek, Noel ağacı, şöminede yanan odun ve bir sürü hediye. Mutlu, huzurlu ve iyimser hissedebilmeyi çok isterdim. Belki bir gün böyle şeyler hissedebilirim. Bugün sinirli, öfkeli ve biçareyim. İstediğim tek şey unutmak. Bu yüzden yazdığım her şeyi un ufak edip çöpe atacağım.

Noel ve Yeni Yılını kutlamak için sana bir kartpostal göndermeye çıkıyorum.

Kaynak: Perfume of Hell, 2011, Cyprus Stop Trafficking