Perfume of Hell - Kaplumbağalar - Yosmalar - Gerçek

KAPLUMBAĞALAR
Kaplumbağa Tara, annesinin 20 yıl Akdeniz sularında yüzdükten sonra Kıbrıs’ta bir plaja yumurtalarını bırakmak için kazdığı 40 santimlik koza gibi delikten kumsalın yüzeyine ulaşmak için cebelleşiyor. Annesi onun ve kardeşlerinin olduğu yumurtaların üstüne serin kalmalarını sağlamak için tonlarca kum atmıştı. Böylesi ufacık biri için kumun ağırlığı aşılamaz görünse de yüzeye eriştiğinde, gecenin karanlığında kıyıdaki ışıklardan kafası karışmış, açık denizin sularından yansıyan mehtaba yöneliyor ve kaçışını tamamlıyor. Başaracağından emin olmak için etrafta bekleyen, yolundaki çöpleri temizleyen çoğu genç olan insanların neredeyse hiç farkında bile değil, uyumaya gönüllü oldukları loş ışıklı, sıkışık oda ve rahatsız şiltelerden, her gün yürüdükleri onca kilometreden habersiz olsa da bu insanlar bunu seviyor ve dünyada işe yarar bir şey yaptıklarını hissediyorlar. Tara’nın tek arzusu denize varmak… Yirmi yıl kadar sonra bir gün kendi isteğiyle geri dönüp yumurtalarını bırakacak ve Çevre Koruma Dairesi’nin mevzuatı onun ve yavrularının korunmasını sağlayacak…
YOSMALAR
Bu sırada yakındaki kasabada, Moldovalı bir ‘garson’ olan nam-ı diğer Yosma Tamara o geceki üçüncü ‘müşterisi’ olan aşırı obez, sadece yediği sarımsaktan ve arada sırada geğirmesinin de ötesinde yıkanmamış cüssesi yüzünden kokan ve Temmuz sıcağında tavandan sarkan 25 vatlık ampulün verdiği ışıkla yarı aydınlanmış, kibrit kutusu kadar odada üstünde debelen adamın ağırlığının altında cebelleşiyor. Geçen sefer geldiğinde devirdiği fan köşede takırdayarak çalışsa da incecik şilteye üzerinde tepinen vücudun ağırlığıyla gömülmüş Tamara’ya pek bir faydası yok. Balkon göbeği istediği şekilde işlev göstermesine müsaade etmeyince yabancı bir dilde sövüyor; Tamara’nın sırtındaki yaralar ‘uzanıp gözünün önüne memleketini getirmesine’ izin vermiyor. Yaralar ehemmiyetli bir müşterinin istediğini yapıp onu memnun etmediği için yediği en son dayağın hatırası.
O ne bilsin adamın *****köy’ün belediye başkanı olduğunu? Tamam, traşlıydı ve deodorant sıkmıştı ama ne bilsin o şeyi isteyeceğini? Akla gelmeyecek kadar iğrenç bir şeydi. Kokuşmuş, kilolu üçüncü müşteri doruğa ulaşıyor ve iri cüssesini onun küçücük bedeninin üstünden çekiyor. Şıpır şıpır terleyerek giyiniyor, bir homurtuyla kapıdan çıkıp gidiyor. Diğerleri gibi o da muhtemelen geri gelecek. Tamara ise, onların aksine, mahsur, kapana kısılmış, satılıyor ve sahibi var. Ağrıyan vücudunu temizlerken bininci kez buraya nasıl geldiğini hatırlıyor ve nasıl bu kadar aptal olabildiğini düşünüyor… Onu işe alan kadın güzel olduğu için garsonlukta çok iyi olacağını söylemişti – ‘mekân sahipleri müşteri çektiği için güzel garsonları severler’. “Biraz dans da edersin belki.” Tamara artık güzel hissetmiyor – kırık ayna parçacığına bakıp kısıtlı miktardaki makyaj malzemesini yüzündeki morluğu kapatmak için sürüyor. Bu hapishane hücresinden tek kaçışı olan haftalık zührevi hastalık muayenesine götürüldüğünde doktorlar fark eder diye dersin. Ona zorla kullandırdıkları ve artık bağımlısı olduğu uyuşturucunun iğne izlerini fark ederler diye dersin. Onlara eşlik eden adam polis memuru mu? Memleketindekinden farklı ama pekâlâ polis üniformasına benziyor. Geldiğinde onu hastaneye götüren ve başında bekleyip patronuna teslim eden adamlarınkiyle aynı. Dudak büküp tabancasına dokunuşu gözünün önüne gelince ürperiyor. Çocuklarını düşünüyor. 7 yaşındaki Cristina – ya da sekizine girmiştir artık – zaman kavramını yitirdiği için bilemiyor. Andrei hala 5 yaşında olsa gerek. Gözünde bir damla yaşla kocası Viku’yu hatırlıyor. İyi bir adam ama eşine ve ailesine bakamadığı için bunalımda ve elde avuçtaki yiyeceğin en iyisini çocuklarına verdiği için eski halinden eser kalmamış…
Belki de artık yeni bir iş bulmuştur, belki bu sözüm ona cennet adaya gelip onu kurtaracaktır… “Para kazanıp güzel giysileriniz ve yiyecek yemeğiniz olsun diye size göndereceğim” demişti onlara Tamara… Ama müşterileri memnun etmediği için kesilen ‘cezalar’ ve artık muhtaç olduğu uyuşturucu tedariki yüzünden hiç para alamamıştı. Kapının gıcırtısı sıradaki müşterisinin geldiğinin habercisi – Tamara ona şöyle bir bakıyor – daha çocuk, bıyığı bile terlememiş gibi görünüyor. Belki yumuşak davranır, belki de babası ‘milli olsun’ diye getirmiştir onu.
Tamara uzanmış, oğlan ne yapması gerektiğini anlamak için uğraşırken gece bitmeden gelecek sıradaki 8 ya da 9 ya da 10 adamın nasıl tipler olacağını düşünüyor. Bu adada hemen kapılarının önünde neler olduğunun farkında olan insanlar var mı; Hak’tan, doğrudan yana olan birileri var mı acaba diye de düşünüyor. Görüşü kapanmadan önce lambaya bakıyor. Kablosu iş görmeyecek kadar kısa… Sokete ulaşmak için üstüne çıkacağı bir sandalye bile yok… Başka cehennem yok, yaşıyor işte… Mahsur, kapana kısılmış, satılıyor ve sahibi var, canını alıp kurtulmanın bile bir yolunu bulamıyor. “Toplumda yeterince umursayan birisi var mı?” “Gerçekleri bilmiyorlar mı?” Onu kandırıp buraya satan kadın Kuzey Kıbrıs’ta hala Kaplumbağalar bile var, denizi olmayan, sefalet içindeki Moldova’da nerede göreceksin demişti…
GERÇEK
KKTC’de insan ticaretiyle mücadele yasa taslağı 2007 yılında çıktı ama taslak yasa haline gelmedi. Gece kulübü ve benzeri işletme çalışanlarının haftalık zührevi hastalık muayenesi KKTC’de insanların fuhşa zorlanmasının yetkililerce en hafif tabiriyle zımni kabulüne işaret ediyor. Dünya genelinde insan ticareti sorunu neredeyse başa çıkılamaz hale geldi. 2010 yılında uyuşturucu kaçakçılığını da geçerek dünyanın en yüksek getirili organize suçu haline gelecek. Günümüzde, 2009 yılında, neredeyse 27 milyon kişi köle olarak çalıştırılıyor. Ticareti yapılan insanların çoğunluğu kadınlar ve çocuklar. Her 2 dakikada bir çocuk cinsel sömürüye hazırlanıyor. Kaplumbağa nüfusunun korunması için geçilen eylem türün devamını sağlamak için elzem.
Hassas insanları korumak için de eyleme geçecek misiniz?
Martin Luther King Jr. “bir yerdeki adaletsizlik, her yerde adalete yönelik bir tehdittir” demişti.
Kaynak: Perfume of Hell, 2011, Cyprus Stop Trafficking