Perfume of Hell - Tropik Gece Rüyası

Küçük bir odaya girdik.
- “Burada bekle. İfade sıran gelince seni çağıracağım” dedi polis memuru.
Çok yorgundum. O kadar tedirgindim ki gece uyuyamamıştım. İki senedir bu günü bekliyordum. Nihayet bugün herkese başımdan geçenleri anlatabilecektim. Nasıl kandırıldığımı ve benimle nasıl alay edildiğini. Bu canavarların bizi nasıl başka canavarlara sattığını. Ne kadar tehdit edildiğimi ve korkutulduğumu. Bu dört aylık cehennem ızdırabı boyunca hissettiğim çaresizlik ve korkuyu kelimelerle anlatabileceğimi sanmıyordum. Bütün bu hikâyenin nasıl başladığını ve nasıl bu cehenneme vardığını hatırlamaya çalıştım. Rüya nasıl kâbusa dönmüştü?
Eve geldiğimde yorgunluktan tükenmiştim. Dayanılmaz bir sıcak vardı. O gün otele çok sayıda turist geldiği için on iki saat çalışmıştık. Beni ayakta tutan tek şey kızımı görme düşüncesiydi. İki yaşındaydı ve gözlere şenlik bir çocuktu. Babası hep düşünceliydi, bakışlarından endişe ve dert eksik olmazdı. Benimle aynı yaşta, yirmi yaşındaydı. Rom içmez, iş buldukça çalışır, kazandığını da eve getirirdi. Ev demeye de bin şahit… Üç metreye üç metre bir kare kutu. Duvarları kontrplak, çatısı çinko parçalardan oluşuyordu. Şehrin eteklerindeki tüm evler böyleydi. Düzenli bir işim olduğu için her gün yiyecek bir şeyimiz vardı. Bu, pek çok kişi için erişilemez bir lükstü. Annem yakında oturuyordu. Otelden sık sık muz, bazen de tavuk getirirdim. Şikâyet etmemeliydim ve etmiyordum da. Sonra İspanya’dan bir mektup geldi. Annemin kız kardeşi dört sene önce İspanya’ya gitme şansı yakalamıştı. O zamanlar İspanya Dominiklilere hala giriş vizesi veriyordu. Teyzem Costa Brava’da bir otelde temizlikçi olarak çalışıyor ve iyi para kazanıyordu. Maaşının İspanya’da yaşamaya ucu ucuna yettiğini söylese de kimse ona inanmıyordu.
O akşam eve geldiğimde annemi gözyaşları içinde buldum. Köyün polis memuru kapının önünde onun yanında oturmuş ona bir şeyler söylüyordu. O da başını sallayıp “hayır, hayır” diyordu.
“Hayrola, ne oldu da bizi hatırladın geldin?” dedim Jorge’ye.
Çocuğumun babasına Meksika’da iş bulduğunu, gitmesine mani olmayalım diye bize önceden bir şey söylemediğini anlattı. İstersem İspanya’da lüks bir otelde temizlikçi olarak çalışmam için vize ayarlayabileceğini söyledi. Annem çok öfkeliydi ve ona gitmesini söyledi.
- “Tamam; ama bir düşünün” dedi.
Gittiğinde annem:
- “Ben bu tipi hiç sevmiyorum. Jorge’yi nereye gönderdi bilmiyorum. Çocuk bir daha babasını görecek mi, tanrı bilir. Sen de otur oturduğun yerde. Kaderini değiştirmek isteyen…” dedi.
Annem her Pazar kiliseye gider, bazen dönerken biraz şeker ya da pirinç getirirdi. Bir şey demedim. Kızımı kollarıma alıp kendi kendime düşünmeye koyuldum. Senin için İspanya’ya gideceğim canım. Yakında döneceğim. Bir yıla kadar çok paramız olacak. Çok biriktireceğim. Hiç harcamayacağım. Hepsini sana saklayacağım. Ertesi gün Jorge geri geldi. Elinde bir sözleşme vardı.
- “Annene kulak asma” dedi bana. “Eski kafa o. Ben pasaportu, bileti, her şeyi ayarlayacağım. Otelin numarası bu. Sen istemezsen bu iş için yalvaran bir sürü başka kız var. Köylümsün diye seni seçtim. Hem güzel kızsın da.” Bana hiç hoşuma gitmeyen bir bakış attı. Sözleşmeye baktım.
- “Peki, senin çıkarın ne?” diye sordum.
- “Her şeyden önce hemşerime yardımcı olmanın mutluluğu. Otel de onlara personel bulduğum için bana bir şeyler veriyor.”
- “İspanya’da temizlikçi kadın yok mu?” diye sordum.
- “Elbette var” dedi Jorge. “Ama lüks otellerde senin gibi güzel kızlar takdir görür.”
- “Bilmiyorum” dedim. “Düşünmem lazım.”
- “Dinle” dedi Jorge ilgisizce. “Yarın pasaportunu halletmek için dört fotoğraf çekmeye geleceğim. Bu insanların işi acele. Yakında turist sezonu açılıyor.”
Gitmek… İspanya’ya! Hep bunun, iyi bir işim olmasının hayalini kurmuştum. Sık sık hastalanan küçük kızıma yiyecek, ilaç alabilmenin. Kararımı verdim. Gidecektim.
- “Ama niye Kıbrıs’a gidiyorum? Ben insanların bizim gibi İspanyolca konuştuğu İspanya’ya gitmek istiyorum” dedim.
- “Kıbrıs’a vize almak daha kolay. Bir hafta sonra İspanya’ya geçeceksin.”
Böylelikle Kıbrıs’a geldim. Hayal kâbus oldu. Bir gece kulübüne kapatıldım. Bilet, vize ve daha başka ne borcum varsa onları ödemek için çalışmam gerektiği, ondan sonra İspanya’ya gideceğim söylendi. Çalışmak zaten benim de istediğim şeydi ama ben bir fahişe değilim. Reddettim. Bilmem kaç gün dayak yedim. Sonra gece kulübünün sahibinin iki arkadaşı bana tecavüz etti. Gündelik dayaklardan çok çaresizlik beni öldürüyordu. İnfazcımız polisin arkadaşları olduğuyla övünüp kaçarsak bizi bulup ülkemize geri göndereceklerini söylüyordu. Ülkeme nasıl ayrıldığımdan daha da yoksul, hem de 5.000 dolar borçla geri döneyim? Her gün tek çarenin, tek çıkar yolun daha az dayanılmaz olan ölüm olduğunu düşündüm.
Bir gün Faslı kız Leila ortadan kayboldu. Karmaşa, telefonlar, bağırış çağırış, polis. Kimse bir şey bilmiyordu. Kızlardan biri bize sessizce:
- “Bir müşteri, onun dilini bilen hani, ona yardım etti galiba” dedi.
- “Peki şimdi ne olacak?” dedik.
- “Kim bilir…”
Yani birisi bu hapisten kaçabilmiş miydi? İçimde yeniden ümitler yeşerdi. İyi oldum. Müşterilerle dışarı çıkmayı kabul ettim. Dışarda bana yardım edecek birileri olabilirdi. Birkaç kelime İngilizce öğrenmeye başladım. Kıbrıslılardan olabildiğince uzak durdum. Çok şükür epey turist vardı. Bir gece beni genç bir adama sattılar. Kibar görünüyordu, hatta ondan yardım istemeyi bile düşündüm. Beni küçük bir daireye götürdü. Daireye başka genç adamlar geldi de geldi. Titremeye başladım. Ne olacaktı? Doğru saydıysam sekiz kişi gelmişti. Ne olduğunu tahmin edebilirsiniz. O kadar yoğun kanamam vardı ki beni taksiyle hastaneye götürmek zorunda kaldılar. Ameliyata alındım. Sigortam yoktu. Kim ödeyecekti?
“Nerede çalışıyorsun?” diye soruyorlardı ve benim ödüm kopmuş, “lütfen hayır” diyordum sürekli. Bir kadın polis memuru geldi. Biraz İspanyolca biliyordu. Bana korkmamamı ver gerçeği söylememi söyledi. Korkmak mı? Daha başka neden korkabilirdim ki?
- “Demetris’in yerine dönmek istemiyorum” dedim.
- “Peki” dedi, söz verdi.
Kendime geldiğimde polise ifade verdim. Ne kadar korkunç olursa olsun, her şeyi anlattım. Tek anlatmadığım şey o sekiz zalimin bana yaptıklarıydı. O kadarına gücüm yetmedi.
Uyuya kalmış olmalıyım. Tutarsız görüntülerden oluşan bir karışıklık. Annem ağlıyor, “gitme” diye bana yalvarıyor. Kızım, iki yaşında, çöplerin içinde oynuyor. Kahkahalar atan canavarca yüzler. Grup halinde tecavüz. Dayanılmaz bir acı beni uykumdan uyandırdı.
Bu sabah bana eşlik eden polis memuru karşımda duruyordu.
- “Gidelim” dedi.
- “Çok kalabalık mı?” diye çekinerek sordum.
- “Bugün ifade vermeyeceksin. Seni eve götürüp başka gün geri getireceğim” dedi.
- “Ama neden?” diye sordum, şaşırmıştım.
- “Senden önce başka tanıklar vardı, onların ifadesi bitmedi” dedi.
Birkaç gün sonra bir kadın bana telefon etti.
- “Dinle” dedi, “eğer ifade vermezsen borcunu kapatıp üstüne 2.000 dolar veririz ve evine gidebilirsin. Bir düşün. Aptallık etme. Yarın seni yine arayacağım.”
Ne düşüneceğimi bilemedim. Ses tanıdık değildi. Polisi aramaya çalıştım. Cevap veren olmadı. Cumartesi’ydi. Ertesi gün telefon yine çaldı. Aynı sesti.
- “Eee?” diye sordu umursamazca.
- “Kimsin?” diye sordum.
- “Kabul edersen seni avukatın ofisine götüreceğim. O bize 5.000 doları verecek, bankaya gidip parayı annene göndereceğiz ve sana da elden 2.000 dolar ve uçak bileti vereceğiz. Daha ne istiyorsun? Aptallık etme.”
Bir anda öfke patlaması yaşadım ve telefona bağırdım.
- “Hepinizi, o yaratıkların hepsini hapiste görmek istiyorum!”
- “Sen Noel Baba’ya da inanıyorsundur” diyerek gürültülü bir kahkaha patlattı.
- “Umarım bugün ifade verebileceksin” dedi polis memuru gülümseyerek.
On beş gün sonra kendimi yeniden Mahkemedeki küçük odada buldum. Oturdum. Çok sakindim. Kapı açıldı. Leila’yı getirdiler. Konuşamadan birbirimize baktık. Ayağa kalkıp ona sarıldım. Bir müttefikim vardı! Cezayir’den biraz Arapça bilen Fransız bir adamın onun kaçmasına yardım ettiğini anlattı. Ben de polisin bana yardım ettiğini söyledim. Leila’nın grup tecavüzünden hiç haberi olmamıştı. Ona her şeyi anlatmadım. Onun için duyması zor, benim için anlatması imkânsızdı. Leila ağlıyordu.
- “Allah’ın adını verdim, onları içeri tıkacağız!”
Mahkeme salonunu çok etkileyici bir mekân olarak hayal etmiştim. Banklarla dolu basit bir odaydı. Eski işkencecilerimle yüzleştim ve ne nefret ne de korku hissettim. Birisi ifademi okudu. Ne tuhaf. Orada değildim sanki. Birden bir kadın sesiyle kendime geldim. Beni arayan kadının sesi miydi bu? Kulüp sahibinin avukatlarına baktım; bir kadın ve iki adam. Adamlardan biri beni sorgulamaya başladı. Uzun boylu ve etkileyici bir beyefendiydi. Gece kulübünde bir kez görmüştüm onu. Ama o muydu acaba? Yanılıyor olabilir miydim? Aynı soruyu üst üste sordu. Sinir olmaya başladım. Belki de amacı buydu. Bir noktada bana yalan söylediğimi söyledi. Kimse müşterilerle çıkmam için beni zorlamıyormuş.
Hoşuma gittiği için yapıyormuşum. Para kazanmak için müşterilerle çıkmışım. Çoklu tecavüz mağduru değilmişim. Bana delirmiş gibi bakıp bağırdı:
- “Yalan söylüyorsun! Sen bir fahişesin! Bu dediklerini söyle diye sana para vaat etmişler.
Artık çocuk taşıyamayacak olan içimden ilkel bir çığlık koptu. Uluyan ben değildim. Voodoo rahibesi büyük büyükannemdi.
- “Lanet gelsin sana! Sana ve bunlar gibi şerefsizleri savunan herkese. Onlar para için bizi sattı. Bedenlerimizi sattılar. Sen para için ruhunu satıyorsun. Yazıklar olsun. Sana da senin gibi olana da lanet olsun.”
Sonradan bayıldığımı söylediler. Hâkim duruşmaya ara vermiş.
- “Onları hapse atacak mıyız?” diye sordum.
- “Kim bilir” dedi savcı, “öyle olmasını umuyoruz.”
- “Bana inanıyor musun?” diye sordum çekingence.
- “Herkes sana inanıyor. Hepsi doğruyu söylediğini biliyor. Ama para için ruhlarını şeytana satarlar.”
Aylar sonra öğrendim ki Demetris beş yıl hapis cezası almış. Memnun olmayı beklerdim. Hiç de memnun değildim.
Kaynak: Perfume of Hell, 2011, Cyprus Stop Trafficking